24 Aralık 2012 Pazartesi

Ne hayatlar ; yaşamak dersen !

Anlatacağım hikaye benden yaşça büyük Kemal abi'nin hikayesidir.

kemal abi, kırk dört yaşında, üç çocuğuyla bir gecekonduda yaşıyor, gecekondu kendisinin değil, 200 tl. kira veriyor, kemal abi'nin eşi başka bir adamla kaçmış, çocukları kemal abi'ye bırakmış, çocuklardan en büyüğü on beş yaşında, hepimizin liseli diye dalga geçtiğimiz yaşta ama liseye gidemiyor, evlerinin yanındaki bakkal'da çıraklık yapıyor, ortanca çocuk oniki yaşında oto tamircisinin yanında çıraklık yapıyor, ustası ona " işçisin sen işçi kal giy dedi tulumları " demiş midir bilmiyorum, aralarında tek okula giden en küçükleri ilkokul üçüncü sınıfta.

en küçükleri, okulda doğum günü kutlayan arkadaşlarına özenmiş, kemal abi'ye " baba benim doğum günümü de kutlayalım mı? " diye sormuş, kemal abi şirket kesintisiyle beraber eline ayda 400 tl. geçen adam, " bakarız oğlum " demiş. ertesi sabah kemal abi anlatıyor;

Ben- kemal kaptan keyifler nasıl? durgun gördüm seni hayırdır?

kemal abi - dün akşam benim küçük oğlanın doğum günüydü, özenmiş kerata arkadaşlarından, ben de ona bir şeyler aldım kutladık.

Ben- nice yaşlara abi de buna mı üzgünsün?

kemal abi - yok ona değil bey, ne kardeşleri vardı ne anası, garibime aldığım topkekin üzerine kibrit yakıp üflettim, o üflerken ben ağladım.

Ben- ( gözlerim kan çanağı, ağlamamak için dilimi ısırıyorum ) abi benden para isteseydin ya, hatta beni çağırsaydın.

kemal abi - yok beyim,seninde omzunda büyük yük var,evde ailen bekler, bidahakine inşaallah ( gurura bak, asalete, ince düşünceye bak)


o gün oradan kaçıp, bir köşede bütün gün ağladığım cümlede, kemal abi'nin " topkekin üzerine kibrit koyup üflettim! "

topkekin üzerindeki kibriti üfleyen o çocuktadır hayat; tabi görebilene, hissedebilene ve değiştirmek adına bir şeyler yapmaya çalışabilene...

23 Aralık 2012 Pazar

her şey çok güzel olacak.


 




Annem bugün, “twitter'a nasıl girerim?” dedi, “faks çekiyorsun, kuş yolluyorlar, üstüne adını yazıp geri gönderiyorsun” dedim ve inandı. benimki zevzeklik hadi, onu bi' kenara koy, esas mevzu başka; bir insanın bir insana bu denli inanması için onu gerçekten çok sevmesi gerekiyor galiba. en olmadık zamanlarda “her şey çok güzel olacak” dediğinde, ona neden sorgusuz sualsiz inandığımı düşünüyordum, cevabını buldum sanırım...

İŞTE "O" AN

HAYATINDA BİR KEZ BİLE OLSA HEPİMİZ ARI SOKMASINA MARUZ KALMIŞIZDIR. BU FOTOĞRAFI GÖRÜNCE " VAY ARKADAŞ NE UZUN İĞNESİ VARMIŞ ARININ !!! " DEMEKTEN KENDİMİ ALAMADIM, SİZCE DE ÖYLE DEĞİL Mİ?  

Süksesyon

Bazı gerçekleri çok zorlasam da kafamdan atamıyorum. Hayatım boyunca hiç bu kadar emin olup da yanılmamıştım dediğim şeylerin üzerimde yarattığı baskı kendi düşüncelerime karşı dahi güvensiz kıldı beni. Çok net şeyler göremiyorum. Hayat lenssiz gözlerim gibi, bulanık. Kendi insiyatifimdekileri bir kenara bırakıp başka etmenlerin varlığıyla kurguladığım hayallerin gerçeklikten bu kadar uzak olması dayanılmaz bir acı veriyor. Eskiden sinirlendirirdi, şimdilerdeki getirisi acı ve karamsarlıktan ibaret. Bunu yaşayan insanların kurtulana kadar hizmet dışı kalması beklenir. Ben kalmadım. Tırnaklarımı olanca gücümle geçirdim hayat denen sert duvarın sırtlarına, hüzünle ama herşeye sırt çevirmeden. Ayakta kalmayı başardım ama tırnaklarımın acısını her gün iliklerime kadar hissettim.

Yürürken kafamı kaldıramam ben. Belleğime kazınmış silüetlerin sokaktaki insanlarla benzerlik göstermesine dayanamam çünkü. Kaderi ellerimde olmayan hayallerin sokakta karşıma çıkmasının düşüncesi bile korkuturken tüm gerçekliğiyle karşımda olması... Dayanamam buna. Bu yüzden insanların kat kat giyindiği, sadece gözlerinin göründüğü , bir an önce sokaklardan kurtulup kapalı alanlara girmek istediği soğuk ve karanlık dünya bana ait. Sokaklarda şakıyan insanlar yok, eğlenceli şarkılar kendini odalara hapsetmiş. Sadece yağmurun sesi , insanların koşuşturma görüntüleri var. İlgi çekmeye çalışanların rengarenk kaplı vücutları bile sadece siyahtan beyazdan ibaret.

Ve siz mutlu insanlar... Yaz boyu evlerinizde durmadınız, şuh kahkahalarınızla cıvıl cıvıl sokakların hakimiydiniz, tek bir boş kaldırım ,bank bırakmadınız. Şimdi eve kapanma sırası sizde. Sokaklar artık sizin değil , bizim. Mutluluğunuzla kirlettiğiniz her bir kaldırım taşını gözyaşıyla , yağmurla ıslatmaya geliyoruz. 

Bir Kaybedişin Anatomisi





Biriyle tanışırsın bir gün. Eğlenceli gelir. Herşeye gider yapmayan, hayata olan kızgınlığı yüzüne sirayet etmemiş eğlenceli bir insandır çünkü. Günler geçer. Aylar geçer. Yıllar geçer. Arkadaşlık boyut değiştirmiştir. İyi birer dost olmuşsunuzdur. Aralarından su sızmayan derler ya. İşte öyle. Bi başkasına karşı kayıtsız şartsız savunmaya geçebileceğiniz türden , mutsuzluğu rahatsız edenlerden.
Gün geldiğinde dostluk yine boyut değiştirir, arkadaşlığın dostluğa dönüştüğü gibi. Saf duygulardan ibarettir herşey. Sesi, görüntüsü, yazısı, kokusu, mimikleri, gülüşü midenizde tatlı bir ağrıya sebebiyet verir. Hayatınız boyu yaşamadığınız şeylerin ilk kahramanıdır. Yaşanan yirmi küsür yılın ne kadar boş yaşandığını hatırlatır her seferinde. Neden yaşamışım bu kadar. Kimlerle arkadaşlık etmişim. Nerdeydin bugüne kadar ? Kimse beni bu kadar mutlu etmedi. Sanırım hayatın anlamı bu. Şanslı olsam gerek. Geç tanımışım. Olsun. Dünüme sahip olmayabilirim. Bugünüm var ya. O yeter bana.



Buluşmadan önce araba camında saç düzeltmeyi alışkanlık haline getiren biri olmuşsunuzdur. Beni beğensin. Bana baktığında gözlerini devirmesin. Saçlarım iyi. Gözler çapaksız. Elbisemin üzerinde kir yok.



Hiç kimse bir başkasının tam anlamıyla izdüşümü değildir. Farklılıklar hayatı zenginleştiren, insan ilişkilerini güzelleştiren en önemli olgulardır. Rahatsızlık verecek boyutta olmadığı sürece. Bunları bilerek konuşmalarınızı kurgularsınız. Karşıt fikir içeren diyalogların ikiniz arasında taraftar çatışmalarına dönüşmesine imkan vermemek, yaşadığınız o güzelliği bozmanızı engeller. Her zaman doğru bildiğim şey kesin doğru değil belki de. Gerekirse kendi doğru bildiğimi onun yanlış bildiğiyle değiştiririm. Çok mu önemli hayata dair boktan şeyleri kendi doğruluk süzgecimden geçirmek ? Onun gibi biliver sen de.



Sessizce ama kalpten gelen bir inançla birbirinize sözler verirsiniz. Verdiğiniz sözlere inanırsınız. Ne yıkılamayan tabu vardır ne de önyargı. İnanmak istediğiniz tek söz karşıdakinin size söyledikleridir.Siyasilerin seçim sloganları ne kadar yalansa, bu sözler o kadar doğru ve gerçektir sizin için. Sizi hayata bağlayan o sözlerin yanlış olma ihtimali aklınıza gelse de o sesi öyle bir kuvvetle bastırırsınız ki, ne kadar güçlü olduğunuza inanamazsınız. Sadece benim istemem yetiyormuş. Hayatındaki geçici etkinlikler benim konumumu etkilemezmiş. Çalıştığı şeyler önemli ama ben değerliyim. Böyle söylememiş miydi ? Belki idareten söylüyordur. Belki inanarak söylememiştir. Ne önemi var. Ben ona inanıyorum. Sorgulamadan inanıyorum. Dediği şeylerin hepsi doğrudur. Benim ağzımdan çıkmış gibidir. Hem yanlış olsa bile, yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten daha iyi değil midir ? Ona inanmayacaksın da kime inanacaksın alllah aşkına.





Her güzel şeyin bir ömrü vardır. İnanmak istemediğin şeylerin korkutucu gerçekliğiyle er ya da geç karşına çıkmasına şahit olursun. Söylemek istedikleri tam olarak hissettikleridir. Elinden gelmeyen şeylerin, değiştiremediğin fikirlerin, istenmemenin, çaresizliğin tanımlarını görürsün. Tam o anda bir şeyleri reddetmeye ihtiyacın vardır. Edemezsin. Gücün yetmez. ''Beni düşünmeden yaşa'' demiştir. Sanki sana faydası olacak gibi söyler bunu. İyilik yapıyormuş gibi konuşur. Sanki seni iyi edip öyle gidiyormuş gibi. İnsanı kıtır kıtır kesen bir seri katil soığukkanlılığıyla değil de,seni hayata döndüren bir doktorun şefkatiyle konuşuyormuş gibi. Hayır. Bunun gerçek olabileceğine inanmıyorum. Konuştuğumuz onca şey bunların olmasını gerektirmiyordu ama. Nasıl olsa akşam olur fikir değiştirir. Hep öyle oldu. Bu da geçicidir. Yazdım ona tekrar. Cevap vermedi. Muhtemelen müsait değildir ya. O yüzden cevap vermiyordur. İnternetin başına geçer geçmez konuşacak benimle tekrar. Bir ay geçti bana hala yazmadı. Beni görmezden gelmesi mümkün müydü bu kadar ? Verdiği kararın arkasında dursa da bu kadar görmezden gelinmeyi mi hakettim ? Sanırım zamanım doldu. Kabullenmenin zamanı. İstenmiyorum. Değil karşısına çıkmak, yazdıklarımın bile umursanmadığı bir insanım artık.




Kabullenememenin getirisi mutsuzluktur, umutsuzluktur. Kabullenmenin getirisi de ölü bir insanın sessizliğidir. Kelimelerin ağızdan çıkamamasıdır. Hissizliktir. O kadar durağanlaşırsın ki nefes alış verişlerini duymak için kalbine bir kulak dayamaları gerekir. Artık seni istemeyen kişi için ölü bir insansın. Kilometrelerce yüksekten uçan bir uçağa el sallayan biri gibisin. Dikkat çekmiyorsun. Yapman gereken tek şey insanların tercihine saygı duymak.. Herkes senin istediğini istemek zorunda değil. Kimseyi zorla hayatında tutacak değilsin. Tam bu noktada centilmenlik toz olmayı gerektirir. Onun gözünde olduğun gibi.


En sonunda da bağırırsın ulu orta yerde:

I hate this song...



İzlenmesi Gerekenler Top 10 | Öneri

Epey zamandır yazamıyordum doğru dürüst. Fırsat bulmuşken vazgeçilmezlerimden olan yabancı dizileri yazmak istedim. Herkesin kendi belirlediği bir favori listesi vardır. Ben de kendi favori listemdeki dizileri karışık olarak kısa kısa yazmak istedim. Hepsine kefil olduğumu da belirteyim.





American Horror Story








Nip Tuck'ı bilen bilir. Hayatımda izlediğim en iyi dizidir kendisi. Muhteşem bir dramaydı.Dizinin yapımcısı Ryan Murphy dizi dünyasının altın adamlarından. Nip Tuck sonrası Glee'de de çok başarılı oldu.

American Horror Story adı üzerinde bir korku dizisi. Klişe konuları Ryan Murhpy'nin anormal bakış açısıyla harmanlamış çok başarılı bir yapım. İlk sezonuyla ikinci sezonu hikaye ve karakterler olarak birbirinden çok farklı. Yani ilk sezonu izlemeden de ikinci sezona başlayabiliyorsunuz. Ben ikinci sezonu daha çok beğendim. Akıl hastanesi, exorcism, uzaylı , extreme şehvet, sıradışı bilimsel ameliyatlar vs derken bu kadar korku öğesini tek bir diziye sığdırmak kolay değil. Olaylar da oldukça çarpıcı. Kablolu kanalda yayınlandığı için de çok sert bir şekilde aktarıyorlar. Erkek arkadaşına muıhtemelen ''tatlım tuzu uzatır mısın'' diye hitap eden gay bir adamın bu diziyi yapması da işin apayrı bir boyutu.



Geceleri ışığı kapatıp izleyin.



Raising Hope








Modern Family ve The Big Bang Theory ile beraber en sevdiğim üç komedi dizisinden birisi. Yeni sezonunda acaba altyazı sıkıntısı mı çekeceğiz derken birisi sahiplendi çok şükür.



Komedi dizisine gülebilmek için karakterle ısınmanız gerekli. Birisine gıcık olduğunuzda o diziye gülmeniz mümkün değil, ilk bölümlerini izlediğiniz bir komedi dizisine de kolay kolay gülmeniz mümkün değil. The Big Bang Theory ve Modern Family'ye ilk başladığımda ''bu be yaa'' tepkisini veren de bendim, şu an izlerken gülmekten çenesi kırılan da benim. Demem o ki, komedi üç bölümde güldürmeye başlamaz. Friends'e ısınmam bile 15 bölüm sürmüştü benim. Yok ben gülmek için öyle 5-10 bölüm devam etmem diyorsanız komedi dizileri size göre değildir.



Raising Hope , fakir ama dünyanın en mutlu insanlarını içinde barındıyor. Umarım hiç bitmez.







Sons Of Anarchy








Alcatraz, Revolution, CSI bilmem ne gibi ucuz yapımlardan benim kadar sıkılan başka bir insan daha yoktur muhtemelen. Sons Of Anarchy çok ciddi bir iş. Oyunculuk anlamında da, hikaye anlamında da hakettiği değeri bulmayan , reklamı çok fazla yapılmadığı için olsa gerek bileni ve duyanı az olan bir dizi. Ben bu diziyi 4.sezonu devam ederken keşfettim. Yaz dönemiydi. Okulun başlamasına yaklaşık bir ay vardı. Tüm sezonları o sürede, ''hemen bir sonraki bölümü aç'' mantığıyla erittim. Şu an 5. sezonu devam ediyor.



Vahşet, anarşi, aşk, çete bu dizinin etiketleri. Kısaca drama gibi drama. İzlemeyenin çok şey kaybedeceğini düşünüyorum. Arrow gibi, Revolution gibi, White Collar gibi dandik dizilerle güzelim vaktinizi heba etmeyin.





The Borgias



Tarihi olayları gerek kronolojik olarak gerekse de gerçeklik anlamında çok fazla çarpıtsa da eski dönem Avrupa medeniyetsizliklerini izlemekten hoşlanıyorum. Borgia ailesi de görsel anlamda yansıtmak için muhteşem bir seçim olmuş.Tarih bilgisi çok derin olanlar daha iyi anlatacaklardır muhakkak ama rüşvetin,yolsuzluğun,ahlaksızlığın ,ikiyüzlülüğün,vahşetin,adam kayırmanın,tecavüzün, OROSPU ÇOCUKLUĞUNUN (oha duramadım) zirve yaptığı dönemdir Borgia dönemi.Dizi de tam olarak bunları konu alıyor.



Ne acaip dönemmiş ya.




Suits


Ego manyakları için bulunmaz nimet. Kendi hayatında bi bok başaramamış, başkalarının başarısıyla ilgi çekmeye çalışanların uğruna öleceği karakterleri barındıyor içerisinde. Muhtemelen dizideki karakterlerin winnerlığı sebebiyle milyonlarca '' Harvey <3 , Mikeeeeeeeeeeeee <3'' kadını türemiştir. Bu dizi de kezo turnusolu işlevi görüyor. Suits izleyip Harvey Specter , Mike Ross gibi sevgili arayan kız görürseniz ölü taklidi yapın, yapamıyorsanız topuklarınız kıçınıza çarpa çarpa o alandan uzaklaşın. Şehirlerarası otobüs firması görene dek de arkanıza bakmayın, mümkünse kıta değiştirin. Kurtuluşunuz yoksa sonunuzun garanti olması açısından sabancı kulelerinden birini seçin, atlayın.

Kezoları bir kenara bırakalım. Suits hikaye olarak muhteşem bir dizi değil belki ama diyalogları çok keskin. Çok doyurucu. Bu yüzden seviyorum Suits'i. Bu beklentiyle izleyin izleyecekseniz.





Person Of Interest










İlk sezonun ortalarına gelindiğinde umutsuzdum bundan. Bölüm bölüm, sıradan suçları engellliyorlar diye. Sonrasında iki adet ana konu eklenince dizi de şaha kalktı. Şimdilerde Cuma gelse de Mr.Reese adam dövse diye bekliyorum. Jim Caviezel inanılmaz karizma bir adam. Dizi dünyasının en iyisi belki de. O da hakkı verilmeyenlerden.



Bu dizinin yaratıcısı Cristopher Nolan'ın kardeşi Jonathan Nolan dersem yeterli olur sanıyorum. Sezon içerisinde doldurma bölümler hep çektiler, bundan sonra da çekeceklerdir ama ana hikaye üzerinden çok güzel yürüyor adamlar. Nazar değmesin.



Homeland








Breaking Bad ve Game Of Thrones bir yana, Homeland benim şu an izlediğim en iyi dizi. Terörizm konusunda epey kaynak taradığımdan olsa gerek bu tarz yapımları çok severim. Bu tarz yapımların geneli ''islamcılar şöyle böyledir'' diye Amerikan propagandası yapar ama Homeland bu konuda ezber bozdu.



Son Emmy ödüllerine damga vurması Breaking Bad ve Dexter fanatiklerini çıldırtsa da aldığı her ödülü hakettiğini düşünüyorum. Divxplanet indirme oranlarında Secret Circle'ın bile arkasında geliyorken, insanların izlemeden şöyle böyle yorumları yapması çok olağan.

Bilgi Sahibi olmadan fikir sahibi olmak. Bu olgu, kaliteli insan- vasat insan tanımlamasını yapabilmek için elimizdeki en güzel veri. Homeland'i izlemeden bok atan vasat insanları sevmiyorum.



Emmy'den sonra popüler oldu, şimdilerde herkesin ağzında. İlk bölüm malum ortamlara düştüğünde altyazı gelsin diye beklerdik o kadar. Hey gidi.



Kesin izleyin.







Shameless










Bu dizi de insanın ağzını açık bırakan olayları anlattığı için çok etkileyici. Para için vücudunu satan adam mı ararsın, evinin bir odasını fahişeye kiralayan kadın mı ararsın, aklınıza gelmesi dahi mümkün olmayan daha sürüyle olay bu dizide mevcut. Her karakterinden üç cilt ansikolpedi çıkar.



Şu an arada, sezonlar çok az sürdüğü için üzüyor.





Hell On Wheels










Amerikan iç savaşının bitmesine hemen yakın dönemi konu alan Western dizisi. Irkçılık, kapitalizm, açgözlülük, fahişelik,kölelik, dinsel ayrımcılık. Hepsi var. Konu oldukça sağlam. Bu konuların hepsini içinde barındıran bir AMC dizisinin kötü olması da beklenemez.



2. sezonu da bitti, 3. sezon onayını da aldı. Dönem Amerikasından nefret etmek isteyenler buyursun.









New Girl








Net kötü dizi ama dünyanın en mükemmel kadını Zooey Deschanel başrolde olduğu için ve dizinin yapımcısı olduğu için izleyin. Benim gibi.



Zooey Deschanel değil dizi , halay çekse, elimi çeneme dayar izlerim.














Bahsettiğim 10 dizi kanımca ''underrated'' olanlar. Game Of Thrones, The Walking Dead, Breaking Bad, Dexter, The Big Bang Theory, Modern Family, Spartacus gibi dizileri anlatmanın lüzumu yok. Bilmeyeni yok zira.





İzlememeniz gereken dizi listesini de yapayım bari.





-White Collar ( Berbat )



- Revolution ( Enerji gitti diye insanları meraklandırıp 10 bölümdür ergenlerin ergenleri kovaladığı dizi, ben buna gülüyorum ya )



-666 Park Avenue ( Korkutmayan korku dizisi, izlerken yüzümde acı bir gülümseme belirdi )



-How I Met Your Mother ( Yabancı dizi alakası Harun Yahya'nn mesihlikle alakası kadar olanların bayıldığı dizi. Geçenlerde birisiyle tanıştım, konu dizilerden açılınca -HIMYM izliyor musun ben çok gülüyorum ya hahah- demişti. Kendisinin başka bir yabancı dizi bilgisi bulunmuyor )



-Arrow ( DC fanları bayılmış. Çizgiroman duygusallığından olsa gerek ama bence oldukça vasat )



- Nikita ( İlk sezonu izlemeye çalıştım, başarılı olamadım )



- Touch ( Maalesef beğenemedim bunu da, Jack Bauer abimizden daha iyilerini beklerdim )


-Glee ( ..... )



-Falling Skies ( Bu ne ya, sahiden neden çekmişler bu diziyi ? )



-CW kanalının herhangi bir dizisi. ( CW hakikaten çok berbat kanal )



Diye gider bu.


                                                                          -Aydgd-

iPhone - iPad Uygulamaları | Öneri

Kullandığım ve işinize yarayacağını düşündüğüm ios uygulamalarını yazacağım. Bunların arasında herkesin bildiği ''instagram, flipboard, shazam ,teamviewer,whatsapp'' vs olmayacak tabi. Onlar olmazsa olmaz. Daha az bilinen ve çok işe yarayanları yazacağım. Iphone'unuzu sadece arama yapmak için ve Facebook'a girmek için kullanmayın diye.




Fantastical - Takvim Uygulaması

Apple ürünleri arasındaki eşzamanlama olayı yüzünden Fantastical oldukça kullanışlı bir takvim uygulaması. Sesle dikte etme özelliği var, kolay arayüzü sayesinde takviminizdeki etkinliklere kolayca erişebilme imkanı tanıyor. Facebook kullanıyorsanız ordaki etkinlikleri de Fantastical takvim uygulamanızda görebiliyor ve yönetebiliyorsunuz.

Takvimle işi olmayana lüzumsuz tabi.











Pocket - Link Saklayıcı

Pocket, internette dolaşırken, tarayıcınızda, twitterda, facebookta görmüş olduğunuz bir tiviti, haberi,linki, videoyu, kısacası herşeyi daha sonra tekrar ziyaret etmek istediğinizde , bu listenizi size gösteren bir uygulama. Twitter'ın FAV mantığı gibi işliyor . Çok basit bir şekilde istediğiniz neyse onu ''Send to Pocket'' diyerek sonradan okumaya uygun hale getiriyorsunuz. İçerisinde arama yapabilmek, kategorize edebilmek , çevrımdışı da çalışması , diğer cihazlarınızla senkronize olabilmesi ve ücretsiz olması aklıma ilk gelen güzellikleri.









Live Score Addicts

Futbola dair gördüğüm en güzel canlı skor uygulaması sanırım. Diğerlerinden ne farkı var ? Şu farkı var. İstediğiniz önceliği belirleyebiliyorsunuz, ona göre size listeleme imkanı sunuyor. İstediğiniz maçlardan bildirim alma seçeneğiniz var. Türkiye ligi haricinde diğer ligler için gol olduktan kısa bir süre sonra golün görüntüsünü maç başlığına ekliyorlar ve bildirim olarak o gol görüntüsünü de alabiliyorsunuz. Maçlar oynanırken canlı puan durumunu gösteriyor ve genel gol krallığı, dk/gol oranında en iyi oyuncu vs gibi sekmeleri de var. Maçtan önce kesinleşmiş 11'leri de bildirim olarak alabiliyorsunuz. Ipad ile de senkronize oluyor ve cihaz değiştirdiğinizde tüm bu değişiklikleri yeniden yapmak zorunda kalmıyorsunuz.

Eurosport'un canlı skor uygulaması da güzel ama bu uygulama diğer skor uygulamalarından çok daha fazla özelliğe sahip.

Euroleague ve NBA için canlı skor uygulaması arayışında olanlar da Euroleague ve NBA'in resmi uygulamasını indirebilirler. Oldukça kaliteli uygulamalar bu anlamda.













Evernote - Not Uygulaması

Evernote, Not alma olayının bokunu çıkarmış olan çok gelişmiş bir not defteri uygulaması.Sadece akıllı telefon-tablet arası değil, aklınıza gelebilecek her cihaz arasında eşzamanlama sağlayan bir not alma uygulaması. Atıyorum bilgisayar başındasınız ve internette okuduğunuz bir yazı hoşunuza gitti, Chrome'un Evernote web clipper şeysi ile kesmiş olduğunuz yazıyı anında Evernote uygulamanızda görebiliyorsunuz. İstediğiniz gibi not alıyorsunuz, aldığınız not siz ekstra bir çaba göstermeden tüm cihazlarınızda eşzamanlanıyor.



















Yandex Haritalar



Apple'ın IOS 6'da sunduğu haritalar uygulamasında nasıl sıçtığı hepimizce malum. Google Maps için de şu an uygulama yok. Yakın zamanda geleceği söyleniyor. Yandex Haritalar uygulaması Google Maps gelene kadar idare eder.






Tweetbot -Twitter Ugulaması

Malum Twitter'ı yoğun olarak kullanan birisi olarak söylemeliyim ki, Tweetbot bu alemin şahıdır, padişahıdır, kralıdır. Yanına bile yaklaşabilen Twitter uygulaması yok bu alemde. Tweetbot sayesinde anfollow etmek istediklerinizi ancak ayıp olmasın , yarın görüştüğümüzde trip yapmasın diyerek kendinize engel olduklarınızı unfollow etmeden filtreleyebiliyorsunuz. Bu sayede anasayfanızı ağırlaştıran, ya da bok gibi yazanlardan kurtulmuş oluyorsunuz. Bu özellik mobil cihazlarda başka bir uygulamada mevcut değil diye biliyorum. PC'de Tweetdeck'in eskisinde vardı , bi de slipstream'de var, başka bir uygulamada var mı bilgi sahibi değilim

Diğer güzel özelliği , istediğiniz kelimeye filtre koyabiliyor olmak. Eğer siz twitterı takip ediyorken Behzat Ç. oynuyorsa ve ''Behzat öldü, hayalet hamile kaldı, akbabuş gay oldu, savcı esra menemen yaptı'' spoilerlarından uzak durmak istiyorsanız, istediğiniz kelimelere filtre koyuyorsunuz, o kelimeler sizin ana ekranınıza asla düşmüyor. Bu sayede boktan bir spoilera kurban gitmiyorsunuz. Malum internet çağımızın en zor olaylarından biri de spoilerdan kaçmak. Hele fazlaca dizi,film izleyen biriyseniz bu durum sizin için oldukça önem arzedecektir.

Rahatsız olduğunuz uygulamaların oto-tivitlerinin ekranınıza düşmesinden rahatsız oluyorsanız o uygulamaları da engelleyebiliyorsanız. Foursquare gibi, Getglue gibi, Paper.li gibi. Ben insanların nerede ne yaptığını veya ne izlediğini twitterda takip etmekten hoşlanmadığım için engelledim mesela. Eğer birisinin ne izlediğini ya da ne yaptığını merak ediyorsam o uygulamaya girip takip ederim, Twitterdan değil. Siz de benim gibiyseniz işinize yarayacaktır.

Icloud'u kullanıyor olması sebebiyle telefonunuz üzerinde yaptığınız değişiklikler otomatik olarak Macbookunuzda ya da Ipad'inizde görüntülenecek. Yani İphone'da filtrelediğiniz kelimeler ya da kişileri bir de Ipad için yapmak zorunda değilsiniz. Kendisi otomatik olarak tüm Tweetbot cihazlarını anında senkronize ediyor. Aynı zamanda bir cihazda tivitleri okurken nerde kaldıysanıız diğer cihazda da aynı noktayı görüyor olacaksınız. Tweetmarker diyorlarmış buna. Benim çok işime yaramakta bu özellik. Gözünü sevdiğimin cloud mantığı.








Photogene ve Camera+ - Fotoğraf Edit Uygulaması

İki uygulamayı da yazmak istedim. Fotoğraf editleme uygulamaların hemen hemen hepsi aynı şeyleri yapıyor olsa da kullanışlılık açısından bu ikisi daha önde.Kesip biçme, efekt verme, ve istediğiniz platformla paylaşabilme açısından çok iş görüyorlar.







Google Chrome- Tarayıcı

Hep dikkatini çektiğim şey senkronizasyon mantığı dikkat ederseniz. Çünkü bir cihazda yaptığınız değişikliklerin aynısını diğerinde yapmak tek kelimeyle eziyet. Bu sebeple tarayıcı olarak Chrome kullanıyorum. Pc'de yapmış olduğum her değişiklik ( yer imleri, geçmiş, son ziyaret edilen sayfalar, girdiğim tüm sayfalara ait kullanıcı adı şifreler , açık sekmeler ) diğer cihaza otomatik olarak aktarılıyor. Bunu son ios güncellemesiyle safari ile de yapabiliyorsunuz ama safari'de sekmeler arası geçiş zor olduğu gibi bilgisayarında Safari kullanan yoktur diye düşünüyorum. Mail adresiniz ve şifrenizle tüm cihazlarınızda Chrome kullanın, rahata erin.









Bunların haricinde kullandıklarımın bazısı:

Soundhound: Shazam'a alternatif.

Flashlight: El feneri.

Goal.com: Dünya futbolunu yakın takip.

Smart Office: Ofis programları.

Asphalt: En iyi oyunlardan. Online da oynanabiliyor.

Radyom: Radyo uygulaması. ( Çok açıklayıcı oldu )

Puffin: Bu flash içerikli siteleri açıyor.

Appshopper: Ücretli olan ve indirime giren veya bedava olan uygulamarı haber veriyor.

Tivibu Cep: Cepten tv.

Euroleague: Euroleague'e ait herşey.

Phone Drive: Online olarak cihazınızı yönetebileceğiniz bir app.

Diye gider bu.

Celladını Kendin Seç

 
Seksenyedi yazıydı. Son model Mercedes’inde Napoli tabelasını gördüğünde güldü ve yanındaki karısına “Hatırlıyor musun?” dedi. “Neyi?” dedi Giovanna... “20 yıl önceyi... Fiat 600 ile gelmiştik Napoli’ye. 60 bin liret taksitlerini ödüyorduk.” 20 yılda onca şey yaşamışlardı, Luciano onca araba değiştirmişti. Kafa sallamakla yetindi Giovanna Moggi...
Siena yakınlarında Monticiano’da doğdu Luciano... Her İtalyan erkeğinin çocukluğundaki gibi o da futbola aşıktı, ona ilk topu hediye eden Graziano Galletti’yi hiç unutmadı, yıllar sonra basamakları tırmandığında onu yanından eksik etmedi. Futbolcu olmak istiyordu Luciano ama ufak bir problem vardı. Yeteneksizdi... Top kontrolu zayıftı ve mahalle arasında kalmaya mahkum tekniğiyle nereye gidebilirdi ki! İyi bir öğrenci de olmayı başaramadı. Liseyi zor bitirdi. Artık yola çıkma zamanıydı, ama nereden? İtalyan demiryollarında rayları kontrol eden memur olmak istiyor muydu? Elbette ki hayır ama fakir ailesinden destek gelmeyince Civitacecchia’nın yolunu tuttu. Tamam futbol yeteneği yoktu, iyi bir öğrenci değildi ama akıllı adamdı Luciano. Bir zaman sonra bilet sorumlusu oldu. Gün gelecek başka biletleri; milli takımın maç biletlerini karaborsaya vermekle de suçlanacaktı... 20’leri dördüncü lig takımlarında futbol oynayarak geçti. Üç kuruş parayı veren uzak kasaba takımlarına “Evet” diyordu yeteneksiz Luciano; çünkü o kasabalara giden trenler ona bedavaydı...
1967’de Büyük Inter’i yaratan Helenio Herreira, şampiyonluğu Juventus’a kaptırdığında 30 yaşındaydı Luciano Moggi ve taraftarı olduğu kulübün zaferini kutlarken; bir yandan da “Benim yerim futbol dünyası” dedi. İşten kalan vakitlerinde, hafta sonlarında durmadan maç izliyordu ufak stadyumlarda. Futbolcularla arkadaş olmayı başarmıştı. Onların sevdiği üç şeyden iyi anlıyordu: Kadınlar, arabalar ve futbol dünyasının dedikoduları... Yıllar sonra “Futbolcularla arkadaş olmak istiyorsanız, bir yemekte susup onları dinleyin. Onlar yalnız adamlardır ve konuşmak isterler” dedi. Bir spor gazetecisi Pini Zahavi’nin varlığından elbette haberdar değildi. İsrailli gazeteci o yıllarda Moggi ile aynı taktiği kullanıyor ve futbolculara yakın olmak için muhabbet adamı rolüne soyunuyordu. Zahavi yıllar sonra dünyanın bir numaralı menajeri olacak ve Moggi ile aynı transfer masasında onlarca futbolcu için pazarlık yapacaktı...
           
 
 
Avrupa’nın en muteber gençler turnuvası İtalya’da oynanıyordu ve Viareggio Cup’un müdavimi olan Moggi, 20 yaş altındaki genç yetenekler hakkında detaylı dosyalar tutmaya başladı. Ailelerine araştırdı, evlerine kadar gitti ve menajerleri olmak için saatlerce dil döktü... Başardı da... 1968 yazında hayatı değişti. Dönemin bir numaralı menajeri İtalo Allodi elinden tuttu Moggi’nin. Inter’i Inter yapan transferlerin baş sorumlusunu Torino’da Angelli Ailesi çağırıyordu ve Moggi, taraftarı olduğu kulübün kapısından Allodi ile birlikte girdi. Dosyalardan ilk çıkan isim Moggi’nin Floransa’da ufak bir kulüp olan Catolica Virtus’ta keşfettiği Paolo Rossi idi! Kimsenin tanımadığı Rossi ile birlikte Claudio Gentile’yi de bulup çıkartan Moggi idi. İki genç de İtalya’nın efsaneleri olacaktı bir zaman sonra...
 
 
 
 
 
 
Juventus alt yapısında tonla genç vardı ve A Takım’a çıkamayacağı belli olan isimleri allayıp pullayıp satma görevi Moggi’nindi. “Gelecekte milli takımın sol beki olacak” diye sağa sola haber saldığı Cheula’yı iyi paraya sattı. Cheula’dan bir daha haber alınamadı! Patronu Allodi, Juventus yönetimiyle ters düşüp ayrıldığında Moggi “Ben kalıyorum” dedi ama büyüyen egosu bir zaman sonra Juventus’ta efsane Boniperti’ye çarptı. 1976’da valizini toplayıp Roma’nın yolunu tuttu. AS Roma kulübünde çalışmak kadar başkentin etkili politikacıları ve gazetecilerini tanımak birinci hedefiydi. Yıllar sonra Hristiyan demokratlarla kurduğu dostluklar futbol arenasında çok işine yarayacaktı.Geldiği gibi eski kulübü Juventus’a ilk darbeyi vurdu ve Pruzzo’ya imza attırıp, oyuncuyu isteyen zengin Juventus’u medya karşısında zor durumda bıraktı. İtalya, yaptığı transferlerle kuzey ve güney takımları arasında dengeyi bozan Moggi’yi konuşuyordu artık…
 
 
 
 
 
 
Gazeteciler her zaman baştacı oldu Moggi için. Onlarla arasını hep iyi tuttu ve yarım kilo prosciutto, parmesan ve bir şişe şarap ile başlayan minik hediye sepetleri bir zaman sonra yerini kaşmir paltolar ve pahalı saatlere bıraktı. 20 yıl sonra da o pahalı saatleri vermeye devam edecekti ve futbol dünyası 2006 yılında İtalya’daki Calciopoli skandalıyla tanışacaktı... AS Roma’da işleri yolunda gitmedi, kulübü satın alan patron ile yıldızı barışmadı ve Moggi altın kuralı devreye soktu. Roma’dan kim nefret ediyorsa, oraya gitti. 1980 kışında çantayı topladı ve Lazio’nun kapısından içeriye girdi ve girdiğine de pişman oldu. İki ay sonra “Totonero” skandalı patlak verdi. İtalya’nın ilk büyük şike skandalını ihbar eden bir manavdı. Massimo Cruciani ve “La Lampara” adlı restorantın sahibi Alvaro Trinca, bahis tutkunuydu ve restoranta gelen Lazio yönetimi ve futbolculara onlara kaybedecekleri maçları “söylüyorlardı”. Problem maçların o skorlarla bitmemesiydi. 23 Mart 1980’da İtalya Serie A’da maçların oynandığı yedi stadı polis ve savcılar bastı... Lazio ve Milan kısa sürede küme düşürüldü. Moggi “Ben yeni geldim. Hiçbir şeyden haberim yok” dedi ve kendini kurtardı.
 
 
 
 
Başkent ona uğursuz gelmişti. Lazio düştüğü ikinci ligden dönemeyince Moggi yine valizi topladı. 82 baharında Lazio çırpınırken o altın kuralı ikinci kez devreye soktu. Bu kez eski kulübü Juventus’un ezeli rakibi Torino ile el sıkışmıştı. Saffet Susiç’i keşfeden de Moggi idi. Onu evinden alıp italya’ya getiren de... Ama İnter’in parası daha çoktu. İki kulüp birbirine girdi ve federasyon Torino ve Inter’e “İkiniz de alamazsınız” deyince Paris Saint Germain’li Saffet Susiç efsanesi doğdu. Moggi’nin olduğu kulüp daha şampiyonluk yüzü görmemişti ama adamda şeytan tüyü vardı. Ertesi sezon Torino küme düşmekten zor kurtuldu ve ardından Moggi transferlerle takımı toparladı.
 
 
 
Torino taraftarı tribünlere döndü ve takım 80’lerin ortasında zirve yarışı verir hale geldi. Juventus yönetimi Moggi’den intikamını Aldo Serena transferiyle aldı. Torino’ya gelmesi beklenen forvet, öteki tarafa gidince şehirde kıyamet koptu. Torino taraftarı “Angelli’nin casusu Moggi” pankartları açtı ve İtalyan tribün tarihinin unutulmaz pankartlarından biri tribüne asıldı: “Almayın, hep satın. Biz de Pazar günleri kayak yapmaya gidelim.” “Lucky Luciano” o kafiyeli “Moggi Moggi, Quanti soldi rubi oggi? (Moggi bugün ne kadar çaldın?) tezahüratını duyduğunda bir yıl sonra bitecek olan kontratını çöpe attı ve sağlığı için kuzeyden yine güneye bir yolculuğa çıktı. İtalya’da herkes onun sadece bir transfer sihirbazı olmadığını biliyordu. Hakemlere en yakın isimdi ve kurulları da etkisi altına almıştı. Sahaya bir bozuk para atıldı diye kaybettikleri maçı, masada 2-0 kazanan Moggi’nin bu hünerlerine hayran kalan Napoli’nin efsane başkanı Corrado Ferlaino’ydu...

Moggi bu kez büyük oynuyordu çünkü geldiği kulüpte dünyanın en iyisi forma giyiyordu: Maradona... Ya da italyan medyasına göre ön adıyla “Problem” Maradona... Kuzey’e diz çöktüren ve 1986-87 sezonunda şampiyonluğu Napoli’ye kazandıran Maradona’nın yanına o yaz Careca’yı aldı Moggi. Takım şampiyondu ama soyunma odası kaynıyordu. Maradona kafasının estiği gün idmana çıkıyor ve kokain partilerinden fırsat buldukça tesislere geliyordu. Şampiyon Kulüpler’de ilk turda çekilmeyecek takımı çektiler: Real Madrid... Ve elendiler.. Son şampiyonun bu kez başına bela olan bir takım ve başkan vardı. Silvio Berlusconi ve Arrigo Sacchi yönetimindeki Milan!

Moggi, Maradona ile arasını hep sıcak tuttu. Medyada her seferinde ona destek çıktı ve Totonere skandalında olduğu gibi Arjantinli efsanenin sabahlara kadar süren kokain partilerden de haberinin olmadığını söyledi. Moggi her şeyi bilir ama medyanın önünde bilmezden gelirdi.
88 baharına 2 puanlı sistemde Napoli, 4 puan önünde girdi Milan’ın... Sonra garip şeyler olmaya başladı. 3 Pazar arka arkaya kazanamayan Napoli, 1 Mayıs 1988’de taraftarının önüne o unutulmaz maça çıktı: Napoli-Milan... Bir puan geride olan Sacchi’nin takımı maçı 3-2 kazandı, Napolili futbolcular sahada ağlarken, şehirde cam çerçeve iniyordu... O şampiyonluk için yıllar sonra ortaya çıkan tanıklar, Napoli’deki mafya örgütü Camarro’nun devrede olduğunu ve kokain partilerinden çıkmayan futbolcuların sezonun son üç ayında kasıtlı olarak çalıştırılmadığını iddia ettiler. Bugün Napoli şehrinde insanlar o şampiyonluğun satıldığına inanırlar...
Barcelona’nın alemci diye kovduğu Maradona bildiğinden şaşmadı
 
 
 
 
Eşsiz yeteneğini Moggi’nin hünerleriyle birleştirdi ve ertesi sezon UEFA Kupası’nı alan takım, final öncesi Juventus ile eşleşti.. Sonucu Alman hakem Kirschen belirledi ve UEFA bir daha Kirschen’e maç vermedi. Moggi finalde de iyi çalıştı. Arie Haan yönetimindeki Stuttgart’ı Napoli’de devirdikleri gecenin devamında Excelsior Hotel’e hakem Germanakos ve iki yardımcısı için üç kadının yollandığı La Gazzetta dello Sport tarafından sabahın dördünde belgelendi...
 
 
 
Maradona’yı kaybederse koltuğunu da kaybedeceğine iyi bilen Moggi, onun tüm kaprislerine boyun eğdi; ta ki bir gün Napoli, Moskova deplasmanına gitmek için havalanına geldiğinde Maradona evinden “Canım istemiyor, gelmiyorum” diyene kadar... Moggi’nin yolladığı 4 takım arkadaşı da Arjantinliyi ikna edemeyince uçak onsuz Moskova’ya uçtu. Maradona oynuyordu ama bu kez saha dışında. Ertesi gün uçağa atlayıp Moskova’ya geldi ve tam işler düzeldi derken “Moskova’da turistim. Sahaya çıkmayacağım” dedi. Moggi için tek yol vardı, umutsuz ve sonu olmayan bir yol. “Ya ben; ya Maradona” dedi. Napoli elbette ki “Maradona”dedi ama ne tesadüftür ki (!) birkaç gün sonra Arjantinli’nin doping testinde kanında kokaine rastlandı.
 
 
 
 
 
 
 
Torino ve Roma bile bile lades oldular. 90’ların başında yine Moggi ile çalıştılar. 1994 yazında Angelli Ailesi ve kulübü Juventus çok ama çok yakından tanıdığı Luciano Moggi’ye “Gel” dedi. İtalya’nın “Yaşlı Kadın”ı celladını kendi seçti. Juventus’a Moggi 12 yılda büyük yıldız adayları ve yıldızlar (Zidane,İbrahimoviç, Nedved...) getirdi, takım şampiyonluklar, Şampiyonlar Ligi kazandı, doping iddialarının arkası kesilmedi. Moggi’ye göre İtalya’da kimse Juventus’un başarılarını çekemiyordu...
 
 
Juventus, iki yıl arka arkaya şampiyon olmuş, İtalya Milli Takımı, 2006’da Almanya’daki Dünya Kupası’na hazırlanıyordu. İktidardan giden Berlusconi’den koltuğu alan Prodi döneminde savcılar kilitli dolapları açtılar. “Lucy Luciano” hep şanslıydı, hep kurtulmuştu ama bu kez değil! Berlin’de Cannavaro kupayı kaldırırken, Juventus ecelini bekliyordu ve savcılığın kapısında çıkan Moggi, gazetecilere sadece bir cümle söyledi o gün. İtalya’da herkesin 30 yıldır bildiği ama söyle-ye-mediğini: “Ne yaptıysam Juventus için yaptım...” Roma, Lazio, Torino Napoli için yaptığı gibi...